Giriş
Geçtiğimiz ay “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını” kutladık. Bu anlamlı gün, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir” sözlerini ve her birimizin üzerindeki önemli sorumluluğu hatırlatıyor. Bugün Covid 19 Pandemisi koşullarında çocukların eğitime ulaşmada, fırsat eşitliğinde yaşadığı sorunlar tam anlamıyla çözülebilmiş değil. Hatta bu sorunların görünürlüğünü kaybettiğini, kapalı kapılar ardında kaldığını söylemek de yanlış olmaz… Zira bağımsız araştırma, ölçme ve değerlendirme alanları içeren bu olgularla ilgili sağlıklı tespitlere de henüz rastlanmamakta..
Biz bu yazımızda “resmi veriler” kapsamında iceberg’in görünen yüzüne dikkat çekmek ve ülkemiz çocuklarının suç olgusu karşısındaki konumunu ana hatlarıyla aktarmak istiyoruz. Çocukların yaşam koşullarını zorlaştıran ve fiziksel zihinsel dünyalarına baskı oluşturan, mağdur edildikleri alanlardan biri de çocuk işçiliğidir. Çocuk işçiliği bazı hallerde çocuk istismarının bir çeşidi olarak da karşımıza çıkabilir. Çalıştırılan çocukların yaşları, çalışma koşulları, barınma ve ihtiyaçlarının giderilmesindeki eksiklikler ile eğitime erişimlerine getirilen engeller, bu olguyu bir istismar biçimi haline getirmektedir. Çocuk işçiler ile suç faili ve mağduru olarak çocuklara ilişkin veriler, eğitim hakkı ve eğitime erişim noktasında yaşanan sıkıntılarla doğrudan bağlantılıdır. Aşağıda bu hususa da kısaca temas edeceğiz.
Çocuk İşçiliği
Ülkemizin de taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1’inci, Türk Ceza Kanunu’nun 6/1-(b) ve Çocuk Koruma Kanununun 3/1-(a) maddelerinde, 18 yaşını doldurmamış herkes çocuk olarak tanımlanmıştır. Çocukların sağlıklı bir çevrede büyümeleri, fikri özgürlüklerinin gelişimi adına iyi bir eğitim almaları, fiziksel ve mental zorlamalara maruz kalmamaları temel hedeftir.
Çocuk işçiliği; çocukların eğitimlerini, kişisel gelişimlerini sekteye uğratan, fiziksel ve psikolojik olarak baskılandıkları, sağlıksız koşullarda ve gelişimlerine uygun olmayan işlerde ve hizmetlerde çalıştırılmaları anlamına gelmektedir.
Türkiye 1992 yılından bu yana ILO’nun çocuk işçiliği ile mücadele programına katılan üye ülkelerden birisidir ve ILO’nun 138 sayılı “İstihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi” ni 1998 yılında, 182 sayılı “En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi”ni 2001 yılında imzalamış ve onaylamıştır.
31 Mart 2020 tarihli TÜİK bülten verilerine göre, ülkemizde 2019 yılında. 5–17 yaş aralığında yaklaşık 16 milyon çocuk bulunmaktadır. Aynı dönemde ekonomik bir faaliyete katılarak çalışan çocuk sayısı ise 720.000’dir. Bu çocuklarımızın %70.6’ sı erkek, %29.4’ü kız çocuğudur. Yaş gruplarına göre çocukların %4.4’ü 5–11 yaş grubunda (ülkemizde 5 yaşında çalışan çocuk tespit edilmemiştir), %15.9’u 12–14 yaş aralığında, %79.7’si ise, 15–17 yaşlarındadır.
Yıllar itibariyle çalışma hayatındaki çocuk sayısı azalmakla birlikte, toplam çalışanlara nispetle 1994’te 15.2 olan bu oran, 2006’da 5.9, 2012’de 5.9, 2019’da ise 4.4 civarında kalmıştır.
Çocuklarımız en fazla hizmet sektöründe (%45.5) çalıştırılmakta, bunu %30.8 tarım sektörü, %23.7 sanayi sektörü izlemektedir.Bu çocuklarımızın %66’sı düzenli bir iş yerinde, %30.4’ü tarla bahçede dönemsel tarım işlerinde, %3’ü seyyar sabit olmayan işlerde ya da pazarlarda çalışmaktadır. Ülkemizde tarım alanında çalışan çocuklarımızın % 64’ü 5–14 yaş aralığındadır. Hizmet sektöründe çalışan çocuklarımızın %51’i 15–17 yaş aralığındadır. Bu rakamların da ortaya koyduğu üzere özellikle tarım alanında ve sanayide çalıştırılan çocuklarımız riskler karşısında oldukça kırılgan, zor çalışma ve yaşam koşullarında, zihinsel ve fiziksel dimağlarının örselendiği çalışma ortamlarında bulunmakta, bu suretle hayatları boyunca taşıyacakları travmalara maruz kalmaktadırlar.
Çocuk işçiliğinin olumsuz yansımalarından biri de; bu çocuklarımızın eğitime erişim ve eğitim açısından fırsat eşitliğini ortadan kaldırmış bulunmasıdır. Nitekim çocuk istihdamına maruz kalan çocuklarımızın erkeklerde 34.4’ü, kız çocuklarında %33.9’u eğitim hayatlarına devam etmemektedir. 2019’da çalışan çocukların %35.9’u ailesinin ekonomik faaliyetine yardımcı olmak, %34.4’ü bir meslek, iş öğrenmek, %23.2’si ailesinin ekonomisine katkı sağlamak, %6.4’ü kendi ihtiyaçları için çalışmaktadır. Bu çocuklarımızdan %63.3’ü ücretli ve yevmiyeli çalışırken, %36.2’si ücretsiz aile işçisi konumundadır.
Çalışan çocuklarımızın çalışma ortamları, onların fiziksel ve ruhsal gelişimleri ile vücut bütünlükleri açısından önemli riskler barındırmaktadır. 2019 yılı verilerine göre, işçi çocukların %12.9’u aşırı sıcak/soğuk ya da aşırı nemli/nemsiz ortamlarda, %10.8’i kimyasal madde, toz duman ve zararlı gazlara maruz kaldıkları yerlerde, %10.1’i zor duruş şekli ve harekete maruz kaldıkları veya ağır yükler taşıtılan işlerde, %10’u ise gürültülü ve şiddetli sarsıntılı işyerlerinde çalışmıştır. Bu çocukların %6.4’ü iş kazası riski yaşadığı, %4.6’sının göz yorgunluğu veya görsel odaklanma konularında risk altında kaldığı belirlenmiştir. 2019 yılında çalışma hayatına katılan 720.000 çocuktan, %1.3’ü çalıştığı yerde bir yaralanma ve sakatlanmaya maruz kalırken, %4.4’ü böyle bir duruma tanık olmuştur.
Çocuk işçiliği ile yoksulluk arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Ailelerin artan geçim sıkıntısı içerisinde son çare olarak çocuklarını çalışma hayatına soktukları görülmektedir. Bir ülkede yaşanan %1 yoksulluk artışı, %0,7 düzeyinde çocuk işçiliğinde artışa sebebiyet vermektedir (COVID-19 ve Çocuk İşçiliği, ILO ve UNICEF Rapor, 2020, s.8, dn.8). Burada özellikle ekonomik kriz dönemlerinde eğitim maliyetlerinin düşürülmesi, ailelerin desteklenmesi ve pandemi koşullarında tüm çocukların uzaktan eğitim imkanına sahip olmasının sağlanması önem arz etmektedir. Zira eğitimden uzak kalma hem çocuk hem de ailesi yönünden bir motivasyon eksikliği doğurmaktadır. Bu motivasyon eksikliği kriz dönemlerinde ebeveyn işsizliği, enflasyon karşısında ücretlerin düşük kalması, kayıt dışı çalışma hayatının artması gibi olgularla birleştiğinde çocukların kırılgan ve sömürü biçimlerine varan işçiliğe maruz kalma risklerini artırmaktadır (COVID-19 ve Çocuk İşçiliği, ILO ve UNICEF Rapor, s.12).
Tüm bu veriler ortaya koymaktadır ki, çocuk işçiliği ülkemizde halkımızın bilinçlendirilmesi ve mücadele edilmesi gereken temel alanlardan biridir. Bu çocuklarımızı “rakam” olmaktan çıkarmak, bu farkındalığı oluşturmak hepimizin bir insanlık görevidir.
Suça Sürüklenen ve Mağdur Çocuklar
Çocuklarımızın suç olgusu karşısındaki konumu da dikkate alınması gereken önemli başlıklardan birini oluşturmaktadır. Bu konunun çocuklar açısından farklı boyutları olduğunu belirtmemiz gerekir. Çocuklar ilk olarak karşımıza bir suçun şüphelisi ya da sanığı (suça sürüklenen çocuk) olarak çıkabilir. Bu durumda suça sürüklenen çocukların bir soruşturma, kovuşturma ya da yaptırım öznesi olmaları an son çare olarak gündeme gelmelidir. Çağdaş bir suç yönetiminde ve sosyal hukuk devletinde suça sürüklenen çocuklar hakkında öncelikli olarak uluslararası sözleşmelerde ve çocuk koruma kanununda öngörülen koruyucu ve destekleyici tedbirlerin tatbiki gerekmektedir. Buna rağmen özellikle 12–15 ve 15–18 yaş grubunda çocukların cezai sorumlulukları gündeme geldiğinden bu yaş aralığındaki çocuklarımızın suça sürüklenen çocuk olarak hükümlü sıfatıyla ceza infaz kurumlarında bulunmaları da mümkündür. Dolayısıyla adli istatistiklere suça sürüklenen çocuklarla ilgili üç noktada veriler yansımaktadır: soruşturma süjesi çocuklar, hakkında ceza davası açılan çocuklar ve hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunan hükümlü çocuklar. Yine çocuklar bir suçun mağduru olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Aşağıda tüm bu özellikler dikkate alınarak istatistiki verileri değerlendirmeye çalışacağız.
TÜİK tarafından 21 Temmuz 2020’de yayınlanan güvenlik birimine gelen veya getirilen çocuk istatistikleri 2015–2019 verilerine göre; kolluk makamlarına 2019 yılında gelen ve çocukların karıştığı olay sayısı 511.247’dir.
Bu dosyalarda çocukların %46.1’ i mağdur (236.000) olarak, %32.9’u şüpheli ( suça sürüklenen çocuk) (168.000), %15.1’i bilgi veren tanık olarak (77.000) ve %3.4’ü ailesi, yakınları tarafından kayıp bildirimi yapılmış ve kolluk makamlarınca tespit edilerek bulunmuş (17.000) çocuklardır.
2015–2019 yılları arasında mağdur çocukların oranlarında büyük farklılıklar yaşanmamakla birlikte örneğin; 2015’te mağdur çocukların sayısı 227.000, 2017’de 219.000, 2018’de 233.000, suça sürüklenen çocuklarda yıllar itibariyle artış gözlenmektedir. Örneğin; 2015’te suça sürüklenen çocuk sayısı 134.000, 2017’de 141.000, 2018’de 152.000’dir.
Ülkemizde güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı yıllar itibariyle artış göstermiştir. Örneğin, 2015 yılında 444.000, 2016’da 468.000, 2018’de 484.000, 2019’da 511.000 çocuk güvenlik birimlerine gelmiş veya getirilmiştir. Böylece çocukların karıştığı olay sayısının yıllık bazda %5 oranında artış gösterdiği anlaşılmaktadır.
2019 yılında güvenlik birimine şüpheli sıfatıyla gelen veya getirilen (suça sürüklenen) çocukların %31.7’si yaralama, %25.6’sı hırsızlık, %8.1’i pasaport kanununa aykırılık, %6.9’u göçmen kaçakçılığı, %4.6’sı ise uyuşturucu madde almak, satmak, satın almak, kullanmak suçlarından soruşturulmuştur.
Mağdur olarak gelen çocukların %53.8’i erkek, %46.2’si kız çocuğudur. Bu çocukların %57.6’sı yaralama mağduru, %15.2’si cinsel suç mağduru, %11.0’ı aile düzenine karşı suçlar ( kötü muamele ve çocuğun kaçırılması), %3.5’i tehdit, % 2.1’i hırsızlık suçundan mağduriyet yaşamıştır.
Ülkemizde 2019 yılında TCK ve özel kanunlar uyarınca hakkında ceza davası açılan toplam kişi sayısı 3.448.739’dur. Sanık sıfatı alan bu kişilerin 86.937’si 12–14 yaş aralığında çocuktur. 120.069’u 15–17 yaş aralığında çocuktur. Böylece hakkında kamu davası açılan ve sanık sıfatı alan kişilerin %6’sını çocuklar oluşturmaktadır.
12–14 yaş aralığındaki çocukların en çok işlediği suçlar arasında birinci sırada malvarlığına karşı suçlar (hırsızlık, yağma, mala zarar verme vb. 41.974 çocuk) yer almaktadır. İkinci sırada konut dokunulmazlığını ihlal suçu (12.489 çocuk, konuttan hırsızlık sebebiyle bu rakamın oluştuğunu düşünüyoruz), üçüncü sırada ise vücut dokunulmazlığına karşı suçlar ( kasten yaralama suçu; 10.643 çocuk) gelmektedir.
15–17 yaş aralığındaki çocukların en çok işlediği suçlar arasında birinci sırada kasten yaralama suçu (21.794 çocuk), ikinci sırada konut dokunulmazlığını ihlal suçu (13.524 çocuk, konuttan hırsızlık sebebiyle bu rakamın oluştuğunu düşünüyoruz), üçüncü sırada ise malvarlığına karşı suçlar (hırsızlık, yağma, mala zarar verme vb. 46.567 çocuk) gelmektedir.
2019 yılında ülkemizdeki ceza mahkemelerinden hakkında mahkumiyet kararı verilen kişilerin toplam sayısı 2.082.514’tür. Bu kişilerin 30.348’i 12–14 yaş aralığındaki çocuktur. 47.459’u 15–17 yaş aralığında çocuktur. Böylece ülkemizde 2019 yılında hakkında mahkumiyet kararı verilen kişilerin %3.6’sını çocuklar oluşturmaktadır.
12–14 yaş aralığındaki çocukların 1.637’si kasten yaralama, 4558’i konut dokunulmazlığını ihlal (konuttan hırsızlıkla sebebiyle bu rakamın oluştuğunu düşünüyoruz), 18.557’si malvarlığına karşı suçlar (hırsızlık, yağma, mala zarar verme vb. ) sebebiyle mahkum olmuştur.
2019 yılında 15–17 yaş grubundaki çocuklarda 4.290’u yaralama suçundan, 5863’ü konut dokunulmazlığını ihlalden (konuttan hırsızlıkla sebebiyle bu rakamın oluştuğunu düşünüyoruz), 23.124’ü malvarlığına karşı suçlardan (hırsızlık, yağma, mala zarar verme vb.) mahkum olmuştur.
Temmuz 2020’ de yayınlanan adalet istatistiklerine göre ( 31 Aralık 2019 gününe kadar olan veriler); ülkemizde, 2019 yılında cezaevlerinde bulunan 281.605 hükümlünün 2068’i 12–14 yaş aralığında, 10.947’si 15–17 yaş aralığında işlediği suçtan ötürü hükümlüdür. 72.379’u ise, 18–24 yaş aralığında suç işlemiş gençlerdir. Bu verilerden de anlaşılacağı üzere ülkemizdeki toplam hükümlülerin %30.03’ü çocukluk ve gençlik çağında suç işlemiş kişilerden oluşmaktadır. 2019 yılındaki ceza infaz kurumuna giren aynı zamanda halen çocuk olan hükümlü sayısı ise 1679’dur.
2019’da cezaevinde bulunan hükümlülerden suçun işlendiği zamanki yaş durumuna göre 12–14 yaş aralığındaki çocukların en fazla işledikleri ilk üç suç: hırsızlık ( 950 çocuk), yağma (572 çocuk) ve cinsel suçlardır (245 çocuk).
2019’da cezaevinde bulunan hükümlülerden suçun işlendiği zamanki yaş durumuna göre 15–17 yaş aralığındaki çocukların en fazla işledikleri ilk üç suç; hırsızlık (4.609 çocuk), yağma ( 2.478 çocuk) ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti yapma suçlarıdır ( 810 çocuk).
2019’da cezaevinde bulunan hükümlülerden suçun işlendiği zamanki yaş durumuna göre 18–24 yaş arası gençlerde ise, en fazla işlenen ilk üç suç: hırsızlık ( 18.178 genç), yaralama ( 8.142 genç) ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti yapma (6.178 genç) suçlarıdır. Bu yaş grubunda yağma suçundan 5.318 çocuk, uyuşturucu madde kullanmaktan hüküm giyen 5.262 çocuk bulunmaktadır.
Son olarak 1 Ocak- 31 Aralık 2019 tarihleri arasında cezaevine giren hükümlülerin ( 281.605 kişi) eğitim durumundan da burada bahsetmek gerekir. Bu kişilerden; 2.027 kişi okuma yazma bilmeyen, 10.514 kişi okuryazar olup da herhangi bir okul bitirmeyen, 96.995 ilköğretim okulu mezunu, 84.925 ortaokul ve dengi meslek okulu mezunu, 63.940 lise ve dengi okul mezunu, 23.204 üniversite, lisans ve lisansüstü mezunudur. Bu veriler de göstermektedir ki, eğitim düzeyi arttıkça suça karışma oranları (özellikle de çocuklar ve gençler tarafından işlenen suçlar yönünden) düşmektedir.
Nitekim 2019 yılında hırsızlık suçunu işleyenlerin %42’si ortaokul ve dengi meslek okulu, %33.3’ü ilköğretim okulu, %14’ü lise ve dengi meslek okulu, sadece % 1’ i yükseköğretim mezunudur. Üstte paylaştığımız verilerden de anlaşılacağı üzere, çocuk ve genç suçluluğunda hırsızlık ve mala karşı suçlar başı çekmektedir. Bu tür suçlarda kriminolojik olarak sosyal çevrenin özellikleri değiştikçe, ekonomik yetersizlikler azaldıkça ve eğitim düzeyi arttıkça, işlenme oranlarında belirgin düşüşler ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz istatistikleri de eğitimle bu suçlar arasında ters bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Keza uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu işleyenlerin %33.5’ini ortaokul ve dengi meslek okulu, %21.8’ini lise ve dengi okulu, %17.5’ini ilköğretim okulu mezunu hükümlüler oluşturmaktadır. Kasten öldürme suçunu işleyenlerin %30.3 ’ünü ortaokul ve dengi meslek okulu, %28.7’si lise ve dengi meslek okulu, %15.8’i ilkokul mezunuyken, cinsel suçları işleyenlerin %30.7’si ortaokul ve dengi meslek okulu, %23.5’i lise ve dengi meslek okulu, %19.5’i ilköğretim mezunu hükümlüler olarak gerçekleşmiştir. Ceza infaz kurumuna 1 Ocak- 31 Aralık 2019 tarihleri arasında giren hükümlüler eğitim durumu ve işlenen suç sırası itibariyle değerlendirildiğinde; okuryazar olup bir okul bitirmeyenlerde %29.7, okuma yazma bilmeyenlerde %24.1, ortaokul ve dengi meslek okulu mezunlarında %21.2 ve ilköğretim mezunlarında %15.6 ile hırsızlık suçu ilk sırada; lise veya dengi okul mezunlarında %13.5 ve yükseköğretim mezunlarında %8.1 ile yaralama suçu ilk sırada yer almıştır.
Sonuç
Çocuklarımız rakamlardan ibaret değildir. Her bir çocuk, bizler için değerlidir. Ülkemizin geleceği çocuklarımızın, korunması, sağlıklı, kişisel gelişimleri, fiziksel ve ruhsal bütünlüklerine zarar verecek ortam ve durumlardan korunmaları ve en önemlisi eğitime erişim haklarının, ekonomik durum, yaşanılan bölge gibi özelliklerden arındırılmış olarak sağlanması bizlerin en önemli görevlerindendir. Bu çalışmada çocuk işçiliği ve çocuk suçluluğu konusundaki resmi rakamlar derlenmek suretiyle, bir farkındalık oluşturmak hedeflenmiştir. Çocukların zorluklarla yüzleştikleri ve yoksunluklara maruz kaldıkları alanlar tabiki burada aktarılanlarla sınırlı değildir ve burada aktarılanlar da gerçek resmin tamamını içermemektedir. İstatistikler, sayılar, sadece kayıtlara yansıyan, gizli kalmamış olgular konusunda fikir verebilir. “Siyah sayı” dediğimiz gizli kalmış, resmi kayıtlara yansımamış suçlar ve istismar olguları muhakkak mevcuttur. Ancak mevcut rakamlardan hareket edildiğinde de, eğitimle, çocuklar tarafından en fazla işlenen suçlar arasındaki ters orantı, önemli bir mücadele alanı bizlere çizmektedir.
Çocuk işçiliği konusunda da bu toplumun bir gerçeği olarak fakirlik, göç, yanlış örf ve adetler gibi konuların değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak çocuk işçiliğinin artışı bir yandan eğitim hakkı, eğitime erişim yönünden eksikliklere işaret ederken (yoksulluk ile birlikte başgösteren eğitime erişimde yaşanan zorlukların çocuğun ve ebeveynin motivasyonunu etkilemesi), öte yandan çocuk işçiliği bizzat çocuğun eğitim hayatı önündeki önemli bir engel haline gelmektedir.